Doping Nedir ??

Doping Nedir

Tarihin çok eski dönemlerinden itibaren insanlar, fiziksel güç ve kapasitelerini arttırmak amacıyla çeşitli maddeler kullanmışlardır. Elimizdeki kayıtlar M.Ö. 3. yüzyılda yapılan spor karşılaşmalarında atletlerin daha hızlı koşabilmek için bol miktarda mantar yemeleri gerektiğine inandıklarını göstermektedir.
Daha sonraki dönemlerde, özellikle köpek ve at yarışlarının popüler hale gelmesiyle birlikte, güç ve hız kazandırıcı yapay maddelerin kullanımı sistemik olarak yaygınlaşmış ve günümüzdeki konumuna ulaşmıştır.
19. Yüzyıla gelindiğinde performans arttırıcı maddelerin kullanımı birden bire fazlalaşmıştır. 1896′da modern olimpiyat oyunlarının başlamasıyla birlikte, sporcular arasında başta kafein, alkol, nitrogliserin, etil eter, striknin ve opium olmak üzere çok çeşitli maddelerin ve ilaçların kullanımı giderek yaygınlaşmıştır.
Bugün, kadın-erkek, amatör-profesyonel pek çok sporcunun değişik türden ilaçlar aldıkları ve bunları sistemik bir şekilde kullandıkları bilinen bir gerçektir.
Uzun süre göz ardı edilen ve çok önemsenmeyen bu konu üzerinde, 1950′li yıllardan itibaren anabolik steroidler ve amfetamin kullanımının yaygınlaşması üzerine tartışmalar başlatılmıştır.
1960 Roma Olimpiyat oyunlarında bisikletçi K.Jensen’in aşırı amfetamin alımına bağlı ölümü büyük sansasyon yaratmış ve doping konusunun ciddiyeti gözler önüne serilmiştir. 1964 Tokyo Olimpiyatında, aradan henüz 4 yıl geçmiş olmasına karşın, sporcuların kas kitlelerinin aşırı derecede arttığının görülmesi ve art arda rekorların gelmesi üzerine, FIMS ve IOC dopingi yeniden tanımlayarak bu konuda kesin kurallar getirmiş ve yasak maddelerin listesini belirlemişlerdir.
Organizmanın gücünü geçici bir süre için arttırmak amacıyla kullanılan stimülan maddeler genel olarak DOPİNG olarak tanınmaktadır.
Doping terimi, Afrikalı Kaffir yerlilerinin kullandıkları “dop” adlı uyarıcı bir içkiden gelmektedir.
Doping, çeşitli kurum ve araştırmacılar tarafından değişik biçimlerde tanımlanmaya çalışılmaktadır. Örneğin Alman Spor Hekimleri Birliği, yarışmada performansı arttırmak amacıyla verilen, etkin olan veya olmayan her türlü drogu doping olarak kabul etmektedir.
Diğer taraftan IOC, her türlü drog veya yapay uyarıcının kullanılmasını yasaklamakta ve ne şekilde olursa olsun doping yapan birisinin olimpiyatlara katılamayacağını belirtmektedir.
Görüldüğü gibi dopingi tanımlamak için birbirinden farklı ifadeler kullanılmaktadır. Bu nedenle standart bir doping tanımı yapmak yerine, doping maddeleri sınıflandırılmış ve bu sınıflandırma içinde yer alan tüm ilaçlar IOC tarafından belirlenmiştir.


Amfetaminler ve Kafein

Doping ilaçlarının önde gelen ajanı amfetaminlerdir. Amfetaminler sempatikomimetik etkiye sahiptirler. Bu nedenle kan basıncında, nabız hızı ve atım hacminde, solunum sıklığında artışa neden olurlar. Etki süreleri 30-90 dakika arasında değişebilir.
Amfetaminlerin en önemli etkilerinden biri yorgunluğu azaltması, uyanıklığı arttırması, uykusuzluğu gidermesidir. Böylece ağır antrenman yapan sporcular ve çok çalışmak zorunda kalan kişiler tarafından tercih edilirler. Amfetaminlerin sürekli kullanılması sonucunda çok ciddi komplikasyonlar gelişebilir. Uzun süreli kullanım bağımlılığa yol açar; bu ise bir süre sonra barbitüratların kullanılmasını zorunlu hale sokar ve bu maddelere alışkanlık kazandırır. Bağımlılık giderek daha yüksek dozların kullanılmasını zorunlu kıldığından, bir taraftan baş ağrısı, sersemlik, konvülsiyon gibi sportif performansı olumsuz yönde etkileyen yakınmalar belirirken, diğer taraftan ağrı, yorgunluk ve sıcak stresi algılanamadığı için, yaşamı tehlikeye sokan ağır durumlar ortaya çıkabilir. Bu grup içinde yer alan maddelerden kafein, günümüzde sporcular tarafından performans artışı amacıyla en çok kullanılan madde özelliğini taşır. Çay ve kahvenin yanısıra kakao, diyet hapları ve soğuk algınlığı ilaçlarında da bulunan kafein özellikle dayanıklılık sporu yapanlar tarafından bol miktarda tüketilmektedir.
1976 Montreal Olimpiyatı sırasında yapılan bir araştırmada, bazı sporcuların aşırı miktarda kafein aldıklarının anlaşılması üzerine, IOC tarafından bu maddenin kullanımı sınırlanmıştır. Halen, idrarda 12 mikrogram/ml’yi geçecek dozda kafein almak yasaktır. Bu dozu aşmak için 1-2 saatlik süre içinde 5-6 fincan kahve içmek gerekir.
Sanıldığının tersine çaydaki kafein miktarı da bir hayli fazladır. Bir fincan çay yaklaşık 30-75 mg kafein içerir. Bir fincan kahvedeki kafein miktarı ise 100 mg. kadardır.
İki fincan kahve içtikten 15-30 dakika sonra kafeinin etkisi görülmeye başlar. Metabolizma hızlanır, vücut sıcaklığı, kan basıncı ve idrar çıkarımı artar, kan şekeri hafifçe yükselir. Bu arada elde titremeler, iştah azalması ve uykusuzluk görülebilir. Daha yüksek kafein dozlarında ise eldeki titremeler çok artar, rahatsız edici bir taşikardi başlar, bulantı, diyare, baş ağrısı ve aşırı sinirlilik tablosu gelişir.
Kafeinin gerçekten performans artırıcı bir etkiye sahip olup olmadığı konusu çok tartışılmaktadır. Egzersizden 1 saat önce 350 mg. kafein içeren bir sıvının alınmasıyla, Max VO2′de artma olduğu gösterilmiştir. Bundan başka kafein, kasların çalışma kapasitesini de artırmaktadır. Kaslar üzerindeki etkinin, sarkoplazmik retikulumdaki kalsiyum permeabilitesini artırmak yoluyla olduğu sanılmaktadır. Ancak IOC tarafından izin verilen dozlarda alınan kafeinle gerçek bir performans artışı olabileceği, çoğu araştırmacılar tarafından kabul edilmemektedir. Performansı artırmak için gerekli kafein dozu, izin verilen miktarın çok üstündedir.
Narkotik maddeler analjezik etki özelliğine sahip olup orta derecede veya şiddetli ağrıları gidermede kullanılırlar. Doping amacıyla kullanılmaları çok yaygın olmamakla birlikte, bazı sporcular kodein kullanmaktadır. Bu ilaçların en önemli sakıncaları fiziksel ve ruhsal bağımlılığa yol açmalarıdır. Yüksek dozlarda alındıkları zaman, solunum depresyonu yaparak ölüme kadar gidebilen ciddi sorunlara neden olabilirler.


Anabolik Steroidler

Anabolik steroidler 1950′li yıllardan itibaren kullanılmaya başlanmış olup iştahı ve protein kullanımını artırarak, kas kitlesinin ve kas kuvvetini geliştirmekte ve bu yolla etkili olmaktadırlar. Testosterona benzer şekilde erken seks karakterlerinin ve kas yapısının gelişip güçlenmesini sağlayabilmekte ve böylece sportif performansta artışa yol açmaktadırlar.
Bu grup ilaçların en önemli yan etkisi olarak kabul edilen androjenik etkiyi azaltmak amacıyla değişik formüllü anabolik steroidlerin geliştirilmesine karşın, bayan sporcular için çok ciddi bir sorun oluşturan androjenik etkiyi tamamen ortadan kaldırmak mümkün olamamıştır.
Bugün için pek çok sporcunun oral yoldan veya intramüsküler şeklinde anabolizan steroid kullandığı bilinen bir gerçektir. Çoğu kez sporcuların kullandıkları dozlar, önerilen dozdan bir hayli fazladır ve bu nedenle çok çeşitli komplikasyonlar gelişebilmektedir. Bu grup ilaçlar, başta karaciğer olmak üzere, değişik organlar ve sistemler üzerinde yan etki yapabilirler. Erkeklerde testis hacminde ve sperm yapımında azalma; kadınlarda ise kıllanma, erkeksi görünüm, menstrüasyon bozuklukları ve geri dönüşümsüz amenore gibi ciddi hasarlara yol açabilirler.
Uzun dönemde yan etkilerin belirgin biçimde ortaya çıkmasına karşın, pek çok antrenör ya da sporcu anabolizanları kullanmaya devam etmektedirler. Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde bu maddelerin yaygın biçimde kullanıldığı bilinmektedir.
Anabolizan steroidlerin sportif performansa nasıl ve ne derece etkili oldukları konusu oldukça tartışmalıdır. Son yıllarda yapılan araştırmalar, anabolizanların tek başına kas kitlesi artışı için yeterli olmadığını, mutlaka yeterli dozda egzersiz yapılması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. Üstelik anabolik steroidlerin çok ciddi yan etkilerinin, beklenen faydadan daha fazla olduğu, tüm spor ve tıp çevreleri tarafından kabul edilmiştir. En önemli yan etkilerinden biri olan seksüel karakterdeki değişiklik, yalnız kadın sporcularda değil, erkeklerde de oluşabilmekte ve başlangıçta görülen libido artışını daha sonra libido azalması izlemekte, empotans ve infertiliteye varan sakıncalar gelişebilmektedir.
Anabolik Steroidlerin Kullanımında Saptananlar
Anabolik steroidlerin kullanımı konusunda, Amerikan Spor Hekimliği Koleji’nin saptadığı esaslar şunlardır:
1. Anabolik-androjenik steroidler, uygun bir diyet eşliğinde, vücut ağırlığının artmasına yardımcı olur.
2. Uygun bir diyet ve yeterli egzersizle birlikte, bazı sporcularda kas kitlesinde artış sağlayabilir. Ancak bunun için aşırı dozlarda anabolizan kullanımına gereksinim vardır.
3. Anabolizanlar aerobik kapasiteyi artırmaz.
4. Anabolik-androjenik steroidler; karaciğer, kardiyovasküler sistem, üreme organları ve ruhsal sağlık üzerinde çok ciddi yan etkilere neden olabilirler.
5. Bu sayılan nedenlerle anabolik steroidlerin spor karşılaşmalarından önce, performansı arttırmak amacıyla kullanılmaları sakıncalı ve yasaktır.

Diüretikler

Diüretikler, sporcular tarafından özellikle hızlı kilo ayarlaması gereken durumlarda vücuttaki sıvı miktarını azaltmak amacıyla kullanılır. Son yıllarda bir başka kullanım amacı daha ortaya çıkmıştır. Daha önce alınmış olan doping maddelerinin atılımını hızlandırıp idrarda analizini zorlaştırmak için kullanılmaktadır. Bu nedenlerle, daha önce doping maddesi sayılmamasına karşın 1986 yılından itibaren diüretikler de liste kapsamına alınmıştır.

Pepdid Hormonları ve Analoglar

Koryonik gonadotropin hormon (HCG) : Endojenik steroid hormon salgılamasını arttırmak amacıyla doping maddesi olarak kullanılmaktadır.
Kortikotropin (ACTH) : Kortikosteroidlerin eforik etkisinden yararlanmak için, endojen kortikosteroid salgılamasını arttırmak amacıyla kullanılır.

Büyüme Hormonu (Growth hormone, HGH, somatotropin)

Son yıllarda anabolizan kontrollerinden kurtulmak için doping maddesi olarak kullanılmaya başlanan büyüme hormonu, bilindiği gibi, hipofizden salgılanır ve vücudun büyümesini, gelişmesini düzenler. Eksikliği halinde, cücelik veya gelişme geriliği olur. Terapötik amaçlarla verildiği zaman erken yaşlardaki gelişme geriliklerini gidermek mümkündür. Sporucularda ise protein sentezini arttırmak, yağ kitlesini azaltmak amacıyla kullanılmakta, üstelik rutin araştırma yöntemleri ile idrarda aşırı konsantrasyonunu saptamak mümkün olamamaktadır.

Eritropoetin

Böbreklerde üretilen bir hormondur. Kemik iliğini uyararak eritrosit yapımını arttırır. Doğal ve yapay eritropoetini kullanarak kanın hemotokrit değerini yükseltmek mümkündür. Kan dopingine alternatif olarak kullanılmaktadır.

İnsülin

Son zamanlarda doping amacıyla kullanılan hormonlardan bir diğeri insülindir. Bu hormon kas kitlesini artırmak amacıyla kullanılmaktadır. Anabolik proçesi uyararak karaciğerdeki protein, trigliserid ve VLDL oluşumunu arttırır; absorbsiyon sonrası evrede katabolik süreci tersine çevirir, aminoasit transportunu artırarak protein sentezini çoğaltır. Şekerle birlikte alındığı takdirde enerjinin depolanmasına yardımcı olur. Kuşkusuz, insülin kullanımının en önemli tehlikesi ani hipoglisemi krizidir. Bilinç kaybıyla birlikte komaya kadar gidebilen mental konfüzyonlar olabilir. İnsülin kullanımına eşlik eden epinefrin salınıımından dolayı aşırı vazokonstriksiyon, taşikardi, aşırı terleme , aşırı heyecan gibi yan etkiler gelişebilir. Uzun vadede ise insüline direnç, insülin allerjisi, lipodistrofi , insüline karşı otoantikor gelişimi gibi komplikasyonlar doğabilir.

Kan Dopingi

Sporcunun kanını alıp, uygun koşullarda 5-6 hafta kadar beklettikten sonra yeniden aynı kişiye intravenöz yoldan verilmesi şeklinde yapılan bir uygulamadır. Alınan kan miktarı 1 litre dolayındadır. Laboratuvar çalışmaları sırasında bu yöntem sayesinde sportif performans testlerinde belirgin bir iyileşmenin oluştuğu görülmesine karşın, yarışma alanında elde edilen sonuçlar aynı paralelde olmamış ve yöntemin etkinliği konusunda tartışmalar açılmıştır. Kan dopinginin amacı kan alındıktan sonra yeni eritrositlerin oluşması, hemoglobin miktarının artması ve eski kanın yerine konmasıyla birlikte eritrosit ve hemoglobin miktarlarındaki artışla birlikte fiziksel performansın artmasını sağlamaktır. Kan dopinginin 1985 yılında IOC tarafından resmen yasaklanmasına karşın bazı sporcular tarafından uygulanmaya devam edildiği bilinmektedir. Saptanmasındaki güçlük nedeniyle, sporcu ve antrenörler tarafından tercih edilen yöntemlerin başında yer almaktadır. Son yıllarda ortalama eritrosit ömrünü hesaplayan bazı analiz yöntemleriyle kan dopingi yapılıp yapılmadığının kontrolüne çalışılmaktadır. Ancak yine de kesin bir analiz yöntemi ortaya konamamıştır. Diğer doping yöntemlerinde olduğu gibi kan dopinginin de bazı sakıncaları vardır. Sportmenliğe aykırı bir davranış olmasının yanı sıra ototransfüzyondan sonra bazı tıpsal sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Örneğin akut allerjik reaksiyonlar, böbrek hasarıyla birlikte akut hemolitik reaksiyonlar hiperviskozite sendromu ve sarılık gibi komplikasyonlar gelişebilmektedir.

Farmakolojik, Kimyasal ve Fiziksel Manüplasyonlar

IOC, yasaklar listesine kan ve idrar örneklerinin bileşiminde değişiklik yapma olanağı veren bazı yöntemleri de katmıştır. Bunların arasında sonda uygulaması, idrarın değiştirilmesi, sulandırılması, böbrek fonksiyonunun inhibe edilmesi vb. gibi yöntemlerin yanı sıra probenecid gibi ilaçları saymak mümkündür.

Lokal Anestezikler

Şu koşullarda lokal anestezik enjeksiyonlarına izin verilmektedir.
a) Kokain hariç prokain, ksilokain, karbokain gibi anestezikler kullanılabilir.
b) Lokal ya da intraartiküler enjeksiyonlar yapılabilir.
c) Yalnızca tıpsal yönden zorunlu durumlarda uygulanılır.
Yazılı olarak IOC’ye bildirilmesi gerekmektedir.

Kortikosteroidler

Uzun süreli eforlarda sürrenal bezlerin yetersiz hale geldiği düşünülerek, özellikle uzun yol bisikletçileri tarafından doping amacıyla kullanılmaktadır. Aslında, antrene sporcular için ne glikokortikoidlerde, ne de minerolokortikoidlerde yarış sırasında bir azalma söz konusu değildir. Bilinen çok ciddi komplikasyonlarını dikkate alarak, IOC kortikosteroidlerin intraartiküler veya topikal kullanım dışında uygulamalarını yasaklamıştır.
 Bu saydığımız listede yer alan ilaçların dışında kalan pek çok farmakolojik ajan ve ilacın tıpsal amaçlarla kullanımı yasaklanmamıştır. Kullanımı serbest olan başlıca ilaç grupları şunlardır :
1. Antiasitler ve antidiare ilaçları: Lomotil, loperamid v.s.
2. Antiastmatik ilaçlar: Salbutamol(salbulin, ventolin), teofilin,terbutalin (Bricanyl),salmeterol,beklometezon,flutikazon.Bu ilaçlar ancak inhalasyon yolu ile kullanılabili ve kullanımdan önce ilgili makama yazılı bilgi verilir.
3. Bulantı ve kusmayı önleyici ilaçlar: Domperidon ( Motilium), Metoklopramid (Metpamid)
4. Ülser ilaçları,
5. Basit analjezikler, antienflamatuarlar: Aspirin, ibuprofen, prasematol, kodein, tüm NSAİ ilaçlar
6. Doğum kontrol hapları,
7. Nezle ve grip ilaçları (Efedrin hariç): Buğu ve mentol inhalasyonları, terfenadin,astemizol (Hismanal),gayafensin( Bricanyl, kofilin),parasetamol.
8. Ekspektoranlar ve öksürük ilaçları (Kodein hariç)
9. Antifungal ilaçlar,
10. Hemoroid ilaçları,
11. Hipnotik, sedatif ve trankilizanlar,
12. İnsülin ve diğer antidiabetik ilaçlar,
13. Kas gevşeticiler,
14. Pomatlar,
15. Göz ve kulak damlaları,kortikosteroid içeren burun damlaları (Otrivin,Nasonex)
16. Penisilin ve diğer antibiyotikler,
17. Fenitoin ve diğer antikonvülsif ilaçlar,
18. Prometazin ve diğer antihistaminikler,
19. Laksatifler,
20. Vajinal preparatlar,
21. Tüm vitamin ve mineraller,
22. Antihistaminik ilaçlar :Difenhidramin ( Benadryl), Dramamine, Avil, Fenistil, Tavegyl, Histadin, Soventol, İncidal,prakten, siproheptadin (Siprakten), Zyrtec.

Yasaklı İlaçlar

Bazı kombine ilaçlar, izinli etken maddelerin yanı sıra yasaklı bazı maddeleri de içerdiklerinden dolayı kullanımları yasaktır:
Panalgine,termalgine,minoset, küramol, pacofen, pacofen-S, pedimat, systral, unisom, vermidon,anacin, optalidon, bioptan, aferin, teofedrin,depherin,efetal,peditus,pereks, radyokodin,sudafed,tuseptil,aktidem,benical,efetal,deksan,dorfan, metorfan…

Diğer Doping Yöntemleri

Doping konusunda duyarlılığın artması ve analiz yöntemlerinin gelişmesiyle birlikte, sporcu ve antrenörler değişik doping yöntemlerine baş vurmayı denemişlerdir. Bunlardan bir kısmı yalnızca psikolojik açıdan etkili olduğu halde, bir kısmının gerçekten performans arttırıcı etkileri vardır.

Yüksek İrtifa Antremanı

Kan dopinginin bir başka şekli gibi değerlendirilen irtifa antremanlarının esası, yarışmadan bir süre önce deniz düzeyinden yukarıda örneğin 2000-3000 metre yükseklikte bir yerde kalıp, bu yüksekliğe uyum sağladıktan sonra yeniden deniz düzeyine inme şeklinde uygulanmaktadır. Yüksek irtifada parsiyel O2 basıncının az olması nedeniyle, kanda taşınan O2 miktarı azalmaktadır. Bu eksikliği gidermek amacıyla alyuvar yapımı artar ve PO2 düşüklüğünü telafi edecek şekilde dokulara normal miktarda O2 taşınabilir. Yarışmada kısa bir süre önce deniz düzeyine inildiği takdirde, artan eritirosit sayısı ve hemoglobin miktarı avantaj kazandırır ve sportif performansın iyileşmesini sağlayabilir. Bu düşünceden yola çıkarak çok sayıdaki sporcu ve antrenör tarafından, önemli karşılaşmalar öncesinde irtifa antrenmanları yaptırılmaktadır. Ancak yalnızca eritrosit ve hemoglobin artışıyla performansı iyileştirmek mümkün olmadığından, bu yöntemin ne denli etkili ve yararlı olduğunu anlamak zordur.

Hiperoksia

Yarışmadaki duraklamalar sırasında ve devre arasında saf O2 solunarak yapılan bir uygulamadır. Böylece kaslara oksijen transportunun daha iyi ve çabuk olacağı düşüncesiyle yapılır ve aerobik kapasiteyi geliştirmek amaçlanır. Deniz seviyesinde normal havayı soluyan bir insanın akciğerlerinden çıkan arteryel kan, % 95-98 oranında O2 ile satüre haldedir. Bu nedenle saf O2 soluyarak sağlanabilecek O2 satürasyonu çok az miktarlardadır. 100 cc plazmada çözülmüş halde bulunan 0.2 ml. O2 hiperoksik solumayla 0.6 ml düzeyine çıkabilmektedir. Böylece kanın oksijen taşıma kapasitesinde, 100 cc kan için 1.4 ml’lik bir artış sağlamak olasıdır. Bu ise ortalama 5 litre kan olduğunu düşünürsek, tüm kanda 70 ml’lik bir O2 artışı demektir. Bu kadar O2 artışı çok fazla olmasa dahi kısmen aerobik kondisyonun artmasını sağlayabilir. Ancak bunun için hiperoksik uygulamanın yarışmadan hemen önce yapılmış olması ve normal hava solumaya fırsat verilmeden egzersize başlanması koşulu vardır. Aksi halde saf O2 solumanın psikolojik yarardan başka iyileştirici bir etki sağlayacağını düşünmek olası değildir.
Özellikle futbol gibi enerjinin daha çok metabolik reaksiyonlara dayanarak oluştuğu sporlarda, bu yöntemin bir yarar sağlaması beklenmemelidir. Bununla beraber submaksimal ve maksimal aerobik egzersizler sırasında hiperoksik soluma, aerobik performansı artırmakta ve Max VO2′de artış sağlanabilmektedir. Bu yöntemin bir başka uygulanma yeri, ağır egzersizden sonraki toparlanma döneminde, toparlanma süresini kısaltmak amacıyla olmaktadır. Ancak araştırmalar, 10-20 dakika süreyle % 100′lük O2 soluyarak yapılan bu uygulama ile beklenen sonucun gerçekleşmediğini ve toparlanmanın daha çabuk, daha seri olmadığını ortaya koymuştur.

Bikarbonatlı Tamponat Solüsyonları

Kısa süreli yoğun egzersizler, hücre içi ve dışı sıvılardaki elektrolit dengesinde bozulmalara yol açar. Bir taraftan laktik asit artışı olurken, diğer taraftan intrasellüler pH düşer; asiditenin artması ise enerji transferini ve kasların kontraktibilitesini güçleştirir. Kandaki H+ konsantrasyonunu azaltmak için ilk çare bikarbonatlardır. Nitekim bikarbonatın verilmesiyle H+ hücreden uzaklaşıp, pH düşüşünü önlemek mümkündür. Bu düşünceden hareketle, yarışmadan önce bikarbonatlı solüsyon içirerek (300 mg/kg) metabolik asidoz önlenmeğe çalışılmıştır. Deneysel çalışmalar, gerçekten de alkali ortamda daha iyi sportif dereceler alınabildiğini göstermekte ve bu yöntemin daha ayrıntılı incelenmesiyle, ilerde geniş ölçüde uygulanabileceği anlaşılmaktadır.

Temporomandibüler Eklem Repozisyonu

Son yıllarda ortaya atılan ilginç doping yöntemlerinden biri de, alt ve üst çenenin birbiriyle daha iyi uyumunu sağlayan temporomandibüler eklem (TM) repozisyon apareyleridir. Futbol, tenis, beyzbol, boks ve atletizm gibi çok değişik spor dallarında yararlı olduğunu inanılan bu yöntemin amacı, alt ve üst çene arasındaki majör ve minör uyumsuzlukları gidermek ve böylece bu bölgede yer alan sinirsel ve vasküler elemanların daha rahat fonksiyon görmesini sağlamaktadır. Böylece gerek servikal vertebra bölgesinde, gerekse orofasiyal bölgedeki sinirsel ve vasküler sıkışmaların önlenebileceği ileri sürülmektedir. Bununla beraber, laboratuvar koşullarında yapılan deneysel çalışmalarda TMJ apareylerinin vizüel reaksiyon, kas gücü, Max VO2, anaerobik ve bisiklet ergometresi testlerinden hiçbirinde olumlu bir farklılık yarattığı görülememiştir. Ayrıca izokinetik değerlendirme sonuçları da TMJ lehine bir farklılık yaratmamıştır. Bu nedenle, bu yönteme çok inanmış bazı sporcu ve antrenörlerin dışında çok tutulan bir doping yöntemi haline gelememiştir.

Psikodoping

1988 Seul Olimpiyatlarından sonra spor gündemine gelen en önemli konulardan birisi olan psikodoping, fiziksel güce beyin gücünün (Brain Power) eklenmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Fiziksel gücün sınırına bir hayli yaklaşılmış olması ve gelişen doping analiz yöntemleri, motivasyonu arttırarak, sporcuları daha yüksek derecelere eriştirme yoluna yöneltmiştir. Seul Olimpiyatlarında ABD’den daha fazla madalya toplayan Doğu Almanya’nın sportif başarısından bu yöntemin büyük rolü olduğu ileri sürülmektedir. Küçük yaşta belirli spor dallarına kanalize edilen ve beyinsel yetenekleri sürekli geliştirilen sporcularla çok başarılı sonuçlar alınabildiği rotaya konmuş olmaktadır. Bu amaçla eğitim ve antreman programları içinde psikologlara yer verilmekte ve sporcunun kişiliğine ve branşına göre değişen yöntemler uygulanmaktadır. Örneğin beş ayrı dalda yarışan ve mental eforları çok fazla olan pentatlon sporcuların çeşitli testlerle, değişen koşullara kolaylıkla uyum sağlamaları ve karşılaştıkları sorunların pratik çözümleri öğretilmektedir.


Elektrostimülasyon

Kasların dış yüzeyleri üzerindeki motor noktalardan alçak frekanslı elektrik akımı modaliteleri vermek suretiyle kasları sürekli hareket halinde tutmak ve böylece kuvvetlendirmek esasına dayalı bir doping yöntemidir. Hiç bir analiz yöntemiyle saptanma olanağı bulunmadığından, son yıllarda pek çok sporcu tarafından, özellikle spesifik kas gruplarının güçlendirilmesi amacıyla uygulamaya başlanmıştır. Bu amaca yönelik, çok çeşitli nöromüsküler stimülasyon yapan araçlardan yararlanmak olasıdır. Sporcunun istirahat zamanlarında dahi kasların çalışabilmesine olanak veren portatif cihazlar geliştirilmiştir.
Ancak bu yöntemle ne derece etkili bir kas kontraksiyonu ve kuvvet artışı oluşturulabildiği tartışmalı bir konudur. Çeşitli araştırmacılar tarafından bildirilen sonuçlar, genellikle çelişkilidir. Ancak genel kanı, hastalık ya da sakatlık nedeniyle zayıflamış kaslarda, elektrostimülasyon yoluyla kuvvet ve hacim artışı oluşabildiği şeklindedir. Buna karşın sağlam kaslarda en iyi sonucun hangi tür uyarım ve ne kadar süre uygulamayla elde edilebileceği henüz tam olarak ortaya konamamıştır. Hayvan denemelerinde 40-1500/sn. arasında değişen frekanslı tetanik akımlar kullanılmış ve etkili sonuçlar alındığı bildirilmiştir. Uygulama süresinin günde birkaç saattten az olmaması gerektiği ifade edilmektedir. Yüksek dozdaki elektrik akımının uzun süreli uygulanması insanlarda sorun yarattığından, günümüzde pekçok sporcu bu yöntemin uygulanmasını kabul etmemektedir. Elektrostimülasyonun en yaygın uygulama şekli, lokal ağrı giderici özelliği kanıtlanmış olan TENS tedavisidir. Çok değişik tiplerde imal edilen TENS cihazlarıyla, yüksek veya alçak voltajlı uyarılar elde etmek ve iskelet sisteminin hemen tüm ağrılı durumlarında bu yöntemden yararlanmak olasıdır. Buna karşılık, aynı yöntemle sağlam kaslarda güç artışı ve hipertrofi oluşturabilmek oldukça zordur.

Hipervitaminoz

Bilindiği gibi vitaminler, belirli bazı metabolik olaylarda katalizör rolü oynayan kimyasal maddelerdir. Günümüzde vitaminlerin rolü ve fonksiyonu ayrıntılı olarak ortaya konmuş olmakla beraber, vitaminlerin bulunmasından itibaren ortalığa yayılan mucizevi etkilere dair sansasyonel raporlar hala devam etmektedir.
Kanser tedavisinden, virütik hastalıkların önlenmesine kadar yayılan bu geniş sansasyon spektrumunun içine fiziksel performans artışları da katılmakta ve bazı vitamin türlerinin bol miktarda alınmasıyla fiziksel beceri ve sportif performansın iyileşebileceğine inanılmaktadır. Bu inanış o kadar yaygındır ki, günümüzde pekçok sporcunun, açıkça belirtmeseler dahi düzenli vitamin hapları almayı ihmal etmediği bilinmektedir.
Özellikle B gruu ve C vitaminlerine sporcuların daha fazla rağbet ettikleri ve yararlı olduklarına inandıkları görülmektedir. Ancak bugüne dek yapılan araştırmalarda, psikolojik etkinin dışında vitaminlerle fiziksel performans arasında bir ilişki olduğu kanıtlanamamıştır.
Son zamanlarda gerçekten etkili olduğu iddia edilen yeni bir madde kullanılmaya başlanmıştır. B 15 vitamini ya da paengamik asit adıyla anılan bu madde, özellikle Doğu Bloku sporcuları ve antrenörleri tarafından kullanılmaktadır. Pangamik asitin hücre içi oksijen kullanımını ve enzimatik faaliyetleri hızlandığı, laktik asit oluşumunu yavaşlattığı ve böylece dayanıklılığa yardımcı olduğu ileri sürülmektedir.
Ancak kontrollü çalışmalarda henüz yararlı bir etki saptanamamıştır. Üstelik B 15 vitamini adı altında piyasaya sürülen maddelerin formülleri birbirini tutmamaktadır. Orijinal bileşimin kalsiyum glukonat ve N-dimetilglisin karışımı olarak bilinmesine karşın değişik formüller aynı adla satılmakta ve sayısız faydalar sağladığı ileri sürülmektedir. Bu belirsizlikler ve bileşimdeki karışıklıklar nedeniyle ABD’da Gıda ve İlaç Kontrol Kurumu (FDA), bu maddenin katkı maddesi veya ilaç şeklinde satışını yasaklamıştır.
Doping amacıyla kullanılan bir başka vitamin benzeri madde, B1 vitamini türevi olan cocarboxylase’dır. Lipoik asitle birlikte kullanılan bu maddenin de etkisinin yalnızca psikolojik olduğu kabul edilmektedir.
Yüksek dozda vitamin kullanılmasının uzun süreçte bazı zararları da olabilmektedir. Vitaminlerin katalize ettiği metabolik olayları yapan enzimler, vitaminle doymuş hale geldikten sonra fazladan alınan miktarları, bazı kimyasal etkilere yol açmaktadır. Örneğin sayısız yararlarına inanılan C vitamini büyük dozlarda, serum ürik asit düzeyini yükseltmekte ve predispoze kişilerde gut krizine yol açmaktadır. C vitaminin soğuk algınlığını önlemedeki rolü de sanıldığı gibi fazla olmayıp, antihistaminiklere benzer şekilde semptomları hafifletmekten ibarettir.
Demir eksikliği olan kişilerde büyük C vitamini dozları B12 vitamini harabetmektedir. Sağlıklı kişilerde de yüksek dozlar mide-barsak irritasyonuna neden olmaktadır.
B6 vitaminin aşırı dozlar halinde kullanılması ise karaciğer ve sinir dokularında hasara yol açmaktadır.
E vitamini fazla dozlarda başağrısı, yorgunluk, bulanık görme, gastroentestinal rahatsızlık ve hipoglisemiye neden olmaktadır.
A ve D vitaminlerinin aşırı dozlarının böbreklere zarar oldukları uzun zamandır bilinmektedir.

Sirkadyen Ritmler

Günün ve yılın belli dönemleriyle fizyolojik fonksiyonlar arasındaki ilişki uzun zamandır merak edilen bir konu olmasına karşın, ciddi araştırmalar ancak son yıllarda gerçekleştirilmiştir. Fizyolojik fonksiyonların günün belirli saatlerinde azalıp çoğalmasına bağlı olarak atletik performansta da değişiklikler beklenebilir. En çok etkilenen fonksiyonlar ve buna bağlı olarak değişen atletik performans parametreleri; reaksiyon zamanı, el-göz koordinasyonu, ağrı eşiği, algılama, kuvvet, afektivite, motivasyon, kalp hızı, vücut sıcaklığı dinlenme anındaki O2 tüketimi ve aerobik kapasitedir.
Sportif performansı etkileyen sirkadyen faktörler ise şunlardan ibarettir; Fiziksel iş gücü, stres, motivasyon, sosyal ilişkiler, uyku, yemek saatleri alışkanlığı, diyet, yaş, yatma-kalkma zamanı ve sirkadyen kronotip denilen sabah-akşam uyumu. Başlangıçta, sirkadyen ritm ile bedensel fonksiyonlar arasındaki bağlantının vücut sıcaklığı ile ilgili olduğu sanılmıştır. Ancak daha sonraki araştırmalar bunun olmadığını kanıtlamıştır. Kesin ilişki mekanizmasını bugün dahi belirtmek olası değildir. Hormonların sirkadyen salgılanması ve buna bağlı etkileşim, en önde gelen faktörlerden biri olarak düşünülmektedir. Bunun yanı sıra kardiovasküler sistem ve metabolizmadaki günlük dalgalanmalar fonksiyonel değişikliğe neden olmaktadır. Sirkadyen ritmlerin en göze çarpan etkisi jet uçaklarıyla kıtalar arası yolculuklardan sonra görülür . “Jet lag” veya “jet boşluğu” denilen durum sabah-akşam zamanlamasını tümüyle ortadan kaldırıp her çeşit fonksiyonun, yemek ve uyku saatlerinin birbirine karışmasına yol açarak sportif performansı olumsuz yönde etkilemektedir.
Tüm bu faktörleri gözönünde tutarak, yarışma ve antrenman zamanlarının sirkadyen ritme göre ayarlanması performansı etkileyebilir. Örneğin; sportif performans akşam saatlerinde daha yüksektir. Karışık konuların öğleden sonra anlatılması daha etkilidir. Ağrı eşiği sabah saatlerinde yüksek olduğundan, sakat sporcuların antrenmanlarını bu saatlerde yapması daha uygundur. Ayrıca yatma ve kalkma zamanlarına sık değişikliklerden kaçınmak ve uyku saatlerini ayarlamak gerekir. Aksi taktirde sirkadyen disritmi veya diskronizm denen durum ortaya çıkar ve performansı olumsuz yönde etkiler.

Ergojenik Yardım

Son yıllarda doping kontrollerinin giderek artması ve yukarda bahsettiğimiz yardımcı yöntemlerin çoğunun gerçek bir performans artışını sağlamada yetersiz kalması gibi nedenlerle, ilaç sayılmayan fakat fiziksel gücü artırıcı etkileri olduğu ileri sürülen bir takım yeni maddeler sporcuların kullanımına sunulmuştur. Özellikle, vücut geliştirme sporuna yeni başlayan gençler bu tür maddelerin kullanımına teşvik edilmekte, yoğun reklam kampanyaları ile bunların yararlarından bahsedilmektedir. Ergojenik yardım maddeleri adı verilerek genel bir başlık altında toplanan, çoğunun tam formülü belli olmayan, yeterli farmakolojik ve biyolojik incelemelerin yapılıp yapılmadığı belirtilmeyen bu maddelerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Ergonjenik yardım maddelerinin çoğunda yeterli farmakolojik incelemeler yapılmadığından, bunların ilaç ya da gıda katkı maddesi olarak değerlendirilmeleri konusundaki tartışmalar devam etmektedir.
Bunların bir kısmı mültivitamin-mineral kombinasyonu içeren preparatlardan ibaret olup, formülleri net olarak belirtildiği takdirde, kontrol edilip normal dozlarda kullanılmalarında bir sakınca yoktur. Bazı ergojenik yardım preparatları ise solüsyon tarzında hazırlanmış olup izotonik ya da hafif hipertonik içecekler haline getirilmişlerdir. Bu solüsyonların da yarışmadan kısa bir süre önce ya da uzun süren sportif aktivitelerde devre aralarında azar azar içilmesinde sakınca yoktur. Özellikle izotonik solüsyonlar, su kaybının azaltılması yönünden sıcak havalarda yararlı olabilmektedir. Ancak, konsantre karbonhidrat içeren içeceklerin yarışmadan kısa süre önce veya devre arasında alınması, aşırı miktarda su tutulmasına yol açacağından, sakıncalı kabul edilmektedir. Diğer bazı konsantre karbonhidrat ekstreleri ise su eklenerek içecek haline getirilmektedir. Bu tür konsantre içeceklerin kullanılmasında yukarda belirttiğimiz sakınca göz önünde tutulmalıdır.
Sayıca çok fazla ergojenik yardım meddesinin piyasada olmasına karşın, son zamanlarda sporcular arasında en fazla ilgi gören örneklerden bazıları şunlardır :

L-Karnitin

Çalışan kaslarda yağ metabolizmasını hızlandırdığı ileri sürülmektedir. % 30’luk oral solüsyon, çiğneme tableti ve ampul şekilleri vardır. Fazla miktarda tüketildiğinde, sindirim sistemine ait yan etkiler görülebilmektedir.

Ginseng

Uzak doğu kökenli, bitkisel kaynaklı bir ergojenik yardım maddesidir. Nekahat dönemindeki hastalarda ve sporcularda kullanılmaktadır.

Kreatin (Kreatin Fosfat)

Yarışmadan çok kısa bir süre önce alındığı takdirde yararlı olduğu ileri sürülmektedir.

Amino Asit

Tablet şeklinde kullanılmakta ve protein sentezini artırdığı belirtilmektedir. Ancak tek başına kullanımlardan yeterli yarar sağlanması zordur.

Klamiterol

Özellikle vücut geliştirme sporu yapan gençler arasında kullanımı yaygınlaşan bu madde aslında bir beta-2 antagonisti olup doping grubuna girmektedir.
Bu ve benzeri ergojenik yardım maddelerinin yanı sıra, özellikle 1996 Avrupa Futbol şampiyonasında dikkati çeken ilginç bir yardımcı yöntem “burun plasteri” dir (burun bandı) Bu plasterler, herhangi bir madde içermemekte, yalnızca burun deliklerinin daha çok açılarak daha iyi vantilasyona olanak tanıdığı ileri sürülmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder